13 Mayıs 2025 Salı

Deniz Gezmiş: Bir Devrimcinin Tarihe Kazınan İhtişamlı Hikayesi

6 Mayıs sabahı, Türkiye'nin unutulmaz devrimcilerinden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği gündür. Genç yaşında özgür bir ülke hayaliyle yaşayan Deniz Gezmiş, o sabah darağacına yürürken bir kuşağın cesaretini, adalet özlemini ve insan onuruna bağlılığını simgeledi. Yıllar sonra, Deniz'in yol arkadaşlarından Avukat Metin Cengiz, Bursa Cezaevi'nde yaşanan umut dolu günleri, dostlukları ve inancı anlatıyor. Bu, bir gençliğin devrimci ruhunu ve uğruna can verilen bir ülke sevdasını yeniden yaşatan bir tanıklıktır.

Bursa Cezaevi'nde İlk Karşılaşma

1970'lerin başında, Filistin'den dönen Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin, İstanbul'da yakalanarak Bursa Cezaevi'ne gönderilir. Üniversite öğrencisi Metin Cengiz, savcı olan ağabeyinin yanına gider. Deniz ve Cihan, savcının kardeşinin solcu mu yoksa sağcı mı olduğunu merak etmektedir. Cengiz koğuşa girdiğinde, sınıf arkadaşı Cihan Alptekin ona sarılır ve "Ulan, sen miydin? Savcının kardeşi sen miydin? Biz de kendi aramızda araştırıyorduk; savcının kardeşi kim, faşist mi, devrimci mi diye… Meğer senmişsin!" der. Deniz de sevinir ve sarmaş dolaş olurlar. Metin Cengiz, Deniz Gezmiş ile ilk kez bir cezaevi hücresinde tanışır.

Metin Cengiz, Deniz Gezmiş ile ilgili şunları söylüyor: "Aslında her ikimiz de hukuk fakültesi öğrencisiydik. Ancak aynı sınıflarda okumadık; bizim öğrenci numaramız tek olduğu için sabahçıydık, Deniz’in numarası çift olduğu için öğlenci. Yine de fakültede öğrenci olayları ve işgaller sırasında Deniz’i hep görürdük; her zaman en önde olurdu. Bizim sınıfta Cihan Alptekin vardı; o da benim yakın arkadaşımdı. Okul koridorlarında bol bol politik tartışmalar yapardık. Cihan, Deniz Gezmiş’in hem en iyi arkadaşıydı hem de örgütsel, ideolojik ve kişisel dostlukları ölümüne kadar sürdü. Bugünün gençlerinin deyimiyle, onlar kankaydılar. Biliyorsunuz, Cihan Alptekin de Kızıldere’de öldürüldü. Denizlerin idamını önlemek amacıyla Amerikalıları kaçırmışlardı."

Cengiz, o dönemin üniversitelerinin oldukça özgür olduğunu, 1961 Anayasası'nın yürürlükte olduğunu ve üniversitelerin özerk olduğunu belirtiyor. Polis, rektör talep etmedikçe üniversiteye giremiyordu. Öğrenciler, üniversite içinde eylem ve aktivitelerde özgürlerdi. Mahkemeler de bugünkünden çok daha bağımsızdı. Öğrenci olaylarından dolayı pek az öğrenci tutuklanırdı, tutuklansa bile kısa sürede salıverilirdi. Başlangıçta hem eylemler masumdu hem de öğrencilerin talepleri haklı taleplerdi. Ancak süreç, devrimcilere karşı sağcıların, faşistlerin ve derin devletin gözetimi altındaki grupların silahlanıp devrimcileri öldürmeye başlamasıyla değişti. Bugün artık herkes hatta o dönem ülkücü saflarda olanlar bile o dönemde yaşananların arkasında Kontrgerilla’nın, Özel Harp Dairesi’nin ve dolayısıyla Amerika’nın olduğunu kabul etmektedir.

Cezaevinde Votka ve Devrimci Sadelik

Metin Cengiz, zaman zaman onların koğuşunda kalıyordu. Bir gün cebine votka, meyve suyu ve biraz çerez doldurup doğrudan koğuşa gitmişti. Savcı kardeşi olduğu için arama yapılmıyordu. O gece votkayı meyve suyuyla karıştırıp içmişlerdi. Cengiz o anları şöyle anlatıyor: “Kafayı bulduk, şişeleri Cihan tuvalette küçük parçalara ayırıp lavabodan attı.” Belki de Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin’in cezaevinde içtiği ilk ve son içkiyi birlikte paylaşmışlardı. Cengiz, tutuklu olmadığını, istediği zaman cezaevinden çıkabildiğini, onlarla birlikte cezaevi yemeği de yediklerini, dışarıdan kebaplar da getirttiklerini ve birlikte sofralar kurduklarını belirtiyor.

Metin Cengiz, Deniz Gezmiş’i bir kez görenin unutamayacağını, uzun boylu, dalgalı saçlı, dimdik bir duruşu olduğunu ve yürürken bile arkasından bir cesaret dalgası yayıldığını söylüyor. En çok da gözlerinin derin ve insanı içine çeken bir yapısı olduğunu, konuştuğunda sadece bir dava anlatmadığını, yaşamak nasıl bir şeydir, dostluk nasıl olur, insan insanı nasıl sever, onu da anlattığını belirtiyor. Hücrede bile tartışmayı, fikir üretmeyi öyle severdi ki, o soğuk duvarlar bile onunla ısınırdı sanki. Deniz’le yan yana olduğunda sadece bir devrimciyle değil, aklı pırıl pırıl bir gençle omuz omuza olduğunu hissederdin. İşte liderlik de buydu; korkusuz, sıcak ve bambaşka bir insandı Deniz O, bulunduğu her ortamda doğal bir liderdi. Boylu poslu, karizmatik, neşeli bir gençti. Sadece cesaretiyle değil, gülümsemesi ve insani sıcaklığıyla da çevresini etkiliyordu.

  • Deniz Gezmiş her olayın en önünde olurdu.
  • Tutuklansa da neşesini kaybetmezdi.
  • Uzun sohbetler, politik tartışmalar eksik olmazdı.
  • Filistin dönüşü ve THKO örgütlenmesi oluşturmaya çalıştıklarında durum değişmişti.

Metin Cengiz, Deniz Gezmiş’in babasının, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e yazdığı mektubu da hatırlıyor. Oğlunun Bursa Cezaevi’ne gönderilmesi üzerine derin bir endişeye kapılmıştı. Çünkü o yıllarda, siyasi cinayetler sadece sokaklarda değil, cezaevlerinin demir kapıları ardında da işlenebiliyordu. Bir baba, yüreğindeki korkuyla kaleme sarıldı ve devlete şu soruyu sordu: “Oğlumu öldürmek için mi oraya gönderdiniz?” Bu sözler, yalnızca bir evladın değil, bir dönemin en yiğit gençlerinin üzerine çöken ölüm tehdidinin, bir babanın çaresiz isyanıydı.

Deniz Gezmiş’in idamı, Metin Cengiz için kapanmayan bir yara olarak kalmıştır. O çaresizlik, o ağır üzüntü tarif edilemez. Canlı olarak tanıdığın, ‘yoldaş’ dediğin bir insanın idam edilmesi, insanın ruhunda derin bir iz bırakıyor. Üstelik biz yaşıyoruz, onlar o gençlik çağlarında öldüler. Bu gerçek, bizleri yıllar boyunca bir suçluluk duygusuyla yaşattı. Onların yokluğu, bizim nefes alışımızda bile ağır bir vicdan azabı bıraktı. Bugün baktığında, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yalnızca birer insan değil, birer umut simgesi olduklarını düşünüyor.

İlgili Haberler